Salı, Ocak 31, 2006
DİNLENME TAŞI
Taş, geçmişte insanı yaşama bağlayan bir iksirdi adeta. Tapınaklar, su yolları ve çeşmeler taştan yapılır; herkes taş evlerde yaşar, kara taşla döşenmiş yollarda yürürdü. Taş ocaklarında çalışan erkekler ekmeğini taştan çıkarır, çocuklarına değirmentaşında öğütülmüş undan yapılan taş ekmek yedirir, sofralarından taş sarımsağını eksik etmezlerdi. Kadınlar aynataşına bakarak yüzlerine taşpudrası sürerdi. Ve onlar taş üstüne taş koymadan musalla taşına konulmak istemezler di.
Yaratıcılık, kabataşları sanat eserlerine çevirmekle gösterilir; taş ustalarına verilen değer, hastaları taşkıran otuyla iyileştiren hekimlerden daha az olmazdı. Taşı gediğine koymak için içinde taşın adı geçen kinayeli sözler söylerdi hatipler ve eleştiri için taşlamalar yazardı söz ustası şairler. Yıldıztaşlarıysa çocukların hayal dünyasını süsler, pamuktaşı dendiğinde akıllarına yumuşak taş yastıklar gelirdi.
İnsanlar ya taş kalpliydi, ya yüreğine taş basardı ya da sabır taşıydı; taşı sıksa suyunu çıkaracak kadar güçlüydü ve çoğu yürekten “arka taş” (arkadaş) idi... Kendilerine “taş arabası” dedirtenler de vardı tabii... Onlar da çakmaktaşı ve benzinle çalışan çakmaklarla sigaralarını yakardı taşbebeklerin.
Ya o taş kumbaralar... İşlek caddelere yerleştirilen o taştan küpler... Maddî durumu iyi olanlar ceplerindeki bozuklukları taş kumbaraya atar, ihtiyacı olanlar gelip ihtiyacı kadarını alırdı; birer yardım fonu gibi çalışan taştan, sahipsiz, bekçisiz bankalardı onlar... Bugünkü taşyürekli insanlığımızın beş para etmezliğini yüzümüze birer sille gibi çarpan merhametli gönüllerin taştan abideleri...
Dinlenme taşları da vardı. Kaba sabaydılar, estetik değerleri yoktu; ama insanın insana verdiği değerin çok ince birer simgesiydi her biri. Atı, eşeği olmadığı için binektaşına gerek duymayan; fakat aldığı yükleri sırtında taşıyan hamalların yorgunluklarını bir nebze azaltma duraklarıydı onlar. Cadde ve sokaklardaki uygun köşelere yerleştirilen blok taşlar... Boyları göbek hizasında olurdu, hamallar taşa sırtını dönerek, taşıdığı yükü fazla çömelmeden indirip azıcık soluklansın diye. Fakat binlerce yıldır içinde yoğrulduğumuz bu sevecen ve özverili kültür havzasındaki kilometre taşlarından öylesine berbat birine, o kadar yorgun, öylesine perişan bir hâlde vardık ki, bize dinlenme taşı gibi yeniden soluk kazandıracak arkataşlara hiçbir dönemde bu kadar ihtiyaç duymamıştık! Önümüzde, yanımızda, arkamızda duracak, dilimizden düşmeyecek taş gibi dostlar... Ama sanki taşın yerini başka şeyler aldıkça, arkataşların da, arkataşlıkların da kimyası bozuluyor, buzultaşına dönüşüyorlar.
Testici işin “püf noktası”nı bilmezse, yaptığı kilden testiler ya kırılgan olur ya da iyi soğutmazmış suyu. Acep bizler de arkataş ustalığının o gizli sanatını, o hayati üflemeyle oluşturulan kabarcığın nasıl yapıldığını mı unuttuk ki birbirimize bu denli zayıf kumtaşlarından köprülerle bağlandık? Terkedişlerimiz, silbaştanlarımız, yazbozlarımız bu sebepten mi çoğaldı acaba? Köprülerimiz bu yüzden mi çarçabuk yıkılıyor? Niye böylesine göçebe; bir yere, birilerine ait olma fikrine bu kadar uzak kaldık dersiniz...
Yoksa yaşamın püf noktasını mı unutuyoruz gitgide... İnsan olmaktan mı usandık yoksa... N’oluyor, n’oluyoruz?... Biz hangi limandan demir aldık, hangi denizdeki hangi dalgalarla boğuşuyoruz, farkında mıyız acaba? Bilinmedik diyarlara, azgın sulara neden böylesine iştahla yelken açtık ki? Taş neden yerinde ağır değil artık?
Acaba buna mecbur muyuz; yoksa bu mu insan; yoksa bu mu yaşamak; yaşamın tadı bu arayışlarda mı saklı yoksa?... Bir ırmakta iki kez yüzemediğimiz, yüzmek istemediğimiz için mi tüm bunlar? Yoksa hepsi bir geçici heves mi, imreniş mi? Taş devri bitti mi, tükendi mi arkataşlar, dostların dikilitaşlarını dikme devri mi başladı ne?...
Neyse ne!... Taş çatlasa, verilecek cevaplar birer hüzünlü “evet” veya iddialı “hayır”dır artık. Sizi bilmem... Ama bana dinlenme taşı gibi bir arkataş gerek!
Mehmet Sağlam
mehmetttsaglam@gmail.com
http://afyonkocatepehaber.com
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder